Önce insanlar ölür; geriye kalan ucu kıvrık, sararmış, siyah-beyaz resimler… Sonra ahşap evler çekilir ve kesme taş yollar; geriye kalan ucu kıvrık, sararmış siyah-beyaz resimler… Neyin hasretidir ki bizi o buğulu şehirlere, yalın ayak çocuklara, buhurculara, macunculara, kestane kokularının, ıspanaklı böreklerin, cumbalı evlerin arasına çeker? Önce insanlar ölür; sonra aşklar da karışır gidenlerin kuytusuna… Sonra bir ressam gelir, ahşabı yakar, sanki “yine yakmış yar mektubun ucunu” türküsünü söyler gibi. Sonra bütün o ateş, içimize düşer de, belki yirmi yıl öncesinin İstanbuluna hasret çeken Ah Güzel İstanbulun hazin Sadri Alışıkı gibi sırtımızı boğazın lodosuna yaslayıp,Kimseye etmem şikayet/ Ağlarım ben halime diye bir şarkı tutturuveririz.
Have your say!