Belki iki, belki de üç düzine
sene sonra çocukken duyduğum ama sahibini görmediğim sesle karşılaşıyorum.
Yusufçuk kuşunun sesi
Hiç düşünmezdim, hepten unuttuğumu sanıyordum. Meğer hiç
de böyle değilmiş. Sanıldığının aksine hep başka yörüngelerde seyrüsefer
ediliyormuş. Bilahare gördüm, bizzat yaşadım. Kelimelerin çarmıhında döndüm
birkaç kıyametlik mesafede.
Çocukken, kimi geceler belli vakitlerde sesler duyardım. İlâhî bir
ahenkle çepeçevre kuşatılmış anlamlı bir yolculuğa çıkmış sesler
Aslında pek
de uzak olmayan bir yerden geliyordu; fakat bir türlü nasip olmadı oraya gidip
o sesleri dinlemek, o seslerin sahiplerini görmek. Düşünüyorum da, gerçekten
dinlemek istiyor muydum, yani vakti gelmiş miydi, hazır mıydım? Defalarca
duymuş olmama rağmen o sesin geldiği yeri görmek nasip olmadı; fakat şimdi
bizzat o sesin içindeyim, kaynağının bir parçasıyım. İki, belki de üç düzine
sene sonra
Doğrusu böyle bir şeyi beklemiyordum. Bu gerçeği yaşamak şaşırtıcı,
bir o kadar da zorlu
Aslında hep aynı noktada dönüp
duruyor insan. Düşünüyorum da bütün ömrüm çocukken duyduğum o sesin etrafında
gelişmiş, dönüşmüş, değişmiş. Bir de bakmışım o ses bütün hayatıma teşmil olan
bir söze evirilmiş. Söz, tekmil varlığım olmuş. Ben, işte duyduğum o sesmişim
meğer kimi geceler çok uzak bir o kadar da yakın, hep âşina.
Sonra dış dünyanın içinde
evirilip dönüşmeye, renkten renge, hâlden hâle girmeye başlıyorum. Kendime yabancılaşırken
o sesten uzaklaştığımı sanıyorum ama hiç de öyle değilmiş. Kendime
yabancılaşmam, o sese biraz daha yakınlaşmak içinmiş. İçeride ne olduğunu
bilmek için dışarıda, açıkta kalmam gerekirmiş içi yana yakılarak. Suyun
dışında kalmış bir balık, deniz kokusunu alıyor ve biraz çırpındıktan sonra,
iki, üç düzine sene karada acılar içinde kıvrandıktan sonra, suya, denizin
kokusuna kavuşacağını biliyor. Nitekim kavuşuyor da. Fakat ben yıllardır o
sesin uzağında çırpınıp duruyormuşum, o sesten bihâber. Duyduğum o ses
değilmiş, kuru gürültüymüş. Dış dünyanın tuzaklarına kapıldığımdan,
araçlarına esir; aracılarına rehin olmuşum. Anlamlı olan o ses yerine kuru
gürültüler duymuşum hep, belki iki, belki de üç düzine sene boyunca. Fakat
bugün birden kendimi o sesin içinde buluyorum, zincirin bir halkası oldum,
kaynağının bir parçası
Balığın, suya; denizin, kokusuna kavuşması gibi, söze
dönüşmüş o sese kavuşuyorum. Sürgünlüğüm apayrı bir mânâ kazanıyor.
Konukluğumun garip bir menzilindeyim. Garipliğim hiç bu kadar sevimli
gelmemişti bana. İçimdeki göğümden Yusufçuklar havalanıyor. Ona giden yollarda.
İçimdeki zindanlardan gül yüzlü Yusuf hürriyetine kavuşuyor. Ona giden
yollarda, bir lütuf olan şehrime sultan olmaya gidiyor. Bir Yusufçuk oluyorum
kendi göğümde, bir Yusuf oluyorum şehrimde. Hiçbir iz kalmıyor kuru
gürültülerden, ses anlamlı bir söze dönüşüyor hepten.
Aslında bu, Yusufçuk kuşu ile
Yusuf peygamberin hikâyesi
Çocukluğumda ablamla yaşadığım ya da yaşadığımı
sandığım
Hani birgün ablamla kuzulara gitmiştik, evlerden bir hayli
uzaklaşmıştık, Karapınara kadar inmiştik. Sonra ablam, annemizin verdiği
çökeleği yufka ekmeğinin içine koymuştu, birlikte bir güzel yemiştik. Pınarın
buz gibi yayla suyundan içmiştik. Ablamın uykusu gelmişti. Bana kardeşim uykum
var, ben uyuyacağım, sen kuzulara bak demişti. Ben de tamam ablacığım
demiştim; ama ne bilirdim kendimi o kuyunun kenarında bulacağımı. Sonra oyuna
dalmıştım ben. Bir keklik yuvası görmüştüm; içinde birkaç tane yumurtası
olan… Bu sefer gönül rahatlığıyla yumurtaları elime alıp sevmiştim, ne de
olsa dayım yoktu, yumurtalarla arama giremezdi. Bir hayli vakit geçmişti.
Kuzuları hepten unutmuştum. Pınarın yanına geldiğimde ablam hâlâ uyuyordu fakat
kuzulardan iz dahi yoktu. Hemen ablamı uyandırmıştım. Abla demiştim sanırım
ben büyük bir hata yaptım. Ablam da, söyle gül yüzlü kardeşim, ne hata
yaptın diye sormuştu.
Abla demiştim sen bana kuzulara bak dedin ama ben oyuna daldım,
keklik yumurtalarını sevdim, kuzuları hepten unuttum. Ablam demişti, üzülme
kardeşim, buluruz kuzuları. Ablam buluruz, dedi demesine ama ben korkuyordum.
Aramaya çıkmıştık. Kuzuları bulan hemen pınarın yanına gelecekti. Saatlerce
aramamıza rağmen bulamamıştık, akşam olmuştu, yeryüzü karanlığa hepten gömülmek
üzereydi. Gökte de ne ay vardı ne de bir tek yıldız
Ablam, kardeşim demişti, biz
kuzuları bulmadan eve dönemeyiz, biliyorsun. Biliyordum. Ablacığım demiştim,
mademki böyle, benim sana bir teklifim var, kabul edersen beni gerçekten
sevmiş olduğunu göstermiş olacaksın. Hem bu ikimiz için de en doğru olanı
Ablam, ne teklifin var kardeşim demişti. Ben de, kuzular benim yüzünden
kayboldu. Bir suçlu varsa o da benim. Sen eve dön, anne-babamıza durumu olduğu
gibi anlat.
Ablam, pekiyi kardeşim sen ne
olacaksın, ne yapacaksın? Ben de, Allaha dua edelim; beni bir Yusufçuk
kuşuna çevirsin diye
Sonra uçup gideceğim uzaklara; tâ Kenan illerine kadar
Ablacığım, ama kardeşim bunu benden nasıl istersin, bunu bana nasıl yaparsın,
beni bırakıp nerelere gideceksin demişti. Ben de, başka çaremiz yok
ablacığım, kuzuları bulsaydık, birlikte dönerdik, fakat kuzular kayboldu, ben
de kuş olup kayıplara karışmak istiyorum bir masaldan çıkmış gibi, haydi
ablacığım, daha fazla üzme ne beni ne de kendini, bu, ikimiz için de en doğru
olanı
Ablam gözyaşları içinde; tamam
kardeşim demişti, bunu seni çok sevdiğim için yapıyorum ve ruhumu sana
bırakıyorum demişti. Sonra, haydi ablacığım, Allaha dua edelim demiştim.
İkimiz de akşamın karanlığında ellerimizi göğe kaldırmıştık, Allahım
demiştim, beni bir kuşa çevir, Yusufçuk kuşu yap, o gül yüzlü peygamberinin
hatırına… Âmin, demişti ablam. Aynı duayı üçüncü defa okurken birden kuş
olmuştum, çok güzel bir Yusufçuk kuşu olmuştum oturduğum kayanın üzerinde.
Ablam şaşkınlık içinde bakakalmıştı. Sonra şaşkınlığının yerini kaskatı bir acı
almıştı. Karapınara baktık, sesi kesilmişti, suyu kurumuştu. Kuru bir pınar
olmuştu. O gün bugündür ismi Kurupınar
Ablama dönüp bakmıştım, bu sefer
bir kuş olarak… Ablam, yüreği ağzında, ne yapacağını bilmeden bakıyordu bana.
Bütün bu olanları nasıl anlamak gerekirdi. Masal mıydı gerçekten bütün bunlar;
ablamın gözyaşları, Karapınarın Kurupınara dönüşmesi, sonra benim bir
Yusufçuk kuşu olmam
Bilinmez. Ablacığımı orada bırakıp göğün karanlığına doğru
kanat çırpmaya başlamıştım. Kenan illerine gidecektim, kaderimle yüzleşmek
için
Sonra bir ses duymuştum o kuyunun
içinde. Yusuf peygamberin sesiydi. Tanımıştım. Annemden sakladığım uykularımın
tevilsiz rüyalarında dinlemiştim hikâyesini, cinnet üzere
Kuyunun kenarında
durmuştum. Oradaydı işte, gül yüzlü peygamber. Beni mi bekliyordu kuyunun
içinde?
Yusuf demiştim ben geldim. Seni bekliyordum demişti Yusuf
peygamber.
Beni tanıyor musun? diye sormuştum. Seni eskilerden biliyorum
demişti Yusuf peygamber, duası üçüncü seferde kabul olunan çocuk değil misin,
Yusufçuk kuşu olan?
Evet demiştim, doğru biliyorsun. Sonra, Yusuf peygamber, birazdan
kervan gelecek, birlikte gideriz Mısıra demişti. Tamam demiştim, nasıl
istersen, gül yüzlü peygamber değil misin sen, beni kaderimle yüzleştirecek
olan?
Yusuf demiştim, nasıl oldu bu iş? Yusuf dedi ki, aslında
kardeşlerimin beni kurda yedirmeleri ile sizin kuzularınızın kaybolması,
ikimizin bu kuyuda karşılaşması içindi. Nasıl ki benim Mısıra gitmem için çok
sevdiğim babacığımdan ayrılıp bu kuyuya atılmam gerekiyordu, senin de kuzuları
kaybedip çok sevdiğin ablandan ayrılarak kuş olman gerekiyordu.
Yusuf demiştim, ama ben ablamı çok özlüyorum, o hâli hiç aklımdan
çıkmıyor. Biliyorum demişti Yusuf peygamber ben de babamı çok özlüyorum,
daha ondan tam ayrılmamışken, daha kan dolacak gözlerine, kanlı gömleğim
ellerine çıban gibi oturacak.
Yusuf demiştim, senin acın daha büyük. Sevincim acımdan daha büyük
olacak, Rabbim böyle buyurdu çünkü demişti.
Yusuf demiştim, sen ne güzel konuşuyorsun, sen konuştukça ben acımı
unutuyorum. Sen hep böyle konuşsan, olmaz mı? Tamam demişti kuyudaki Yusuf,
ne zaman uzaklara dalsan, acıyla baş edemediğini görsem ya da hasret kancasına
çok fena yakalanırsa kalbin, senin için konuşacağım en güzel sesimle, en güzel
sözlerimle.
Sen zaten güzel bir insansın demiştim bunun üzerine. Gül yüzlü
peygamber diye bilecek seni gelmiş geçmiş bütün insanlar. Sen de ablasının
gül yüzlü kardeşim, diye sevdiği çocuksun demişti bunun üzerine.
Uzaklardan sesler gelmişti. Yusuf demiştim, duyuyor musun sesleri?
Evet demişti, beklenen kervan
Birazdan gelip çıkaracaklar beni buradan,
pazarlarda satılığa çıkaracaklar.
Yanında olacağım demiştim,
seni hiç yalnız bırakmayacağım. Biliyorum demişti bu yüzden buradasın,
benimlesin. Değil mi ki bu ikimizin hikâyesi
Faik ÖCAL