Ben, şey, kendim hakkında, yani, aslında uzun uzadıya konuşmak, ıııı kendimden bahsetmek… UUUf! Çok zor kendimi anlatmak… Çok karmaşık duygular ya da anlatılamaz, dile getirilemez hisler ve karakterlere hiç mi hiç bürünemedim. O kadar zor ki hayatımı anlatmak… Neden mi? Çünkü çok “basit”. Sıradan, orta, normal, monoton… Basit olmak o kadar zor ki şu koşullarda. Delirmek, intihar, ölüm düşünmek mesela. Ne kadar da kolay! Kaçışın tanımını yap desem? Sorumlulukları reddedip, alkole versem kendimi, şarabın tatlı sahte tadının ekşi hayatını yaşasam… İçinde boğulsam sonra… O kanlı deryada? Benim hayatım sabırtaşı kıvamı… Kararımı verdim ve ben, evet ben zor olanı deneyip, olağanüstü sıradan, mükemmel basit hayatımı sözlere döküp, gözlerinizin ardına çekilmiş o hayal perdesine düşler konduracağım şimdi, yalnızca birkaç günümü anlatarak hem de. Bakalım zor olan sıradışılık mıymış yoksa şu hep ezilen, pestili çıkarılıp suyu içilen, sonra da “Iyy kaka” diyip çöpe atılan biz sıradanların hayatı mı? Hayat koşulları mı sebep bu sıradan hayata? Bir zorunluluk mu? Yoksa bir seçim mi? Bİr seçim neden olmasın?
Her sabah sekizde kalkarım, duşumu günü gününe, sektirmeden alıp, tekrar odama dönerim. Temiz gömleğimi giyer, kravatımı takarım. Takım elbiseler genellikle muntazam şekilde dolapta temizdir ve askısında giyilmeyi beklerler. Kahvaltımı her sabah çıkmadan mutlaka yaparım. Ayakkabılarımı giymeden önce şöyle bir parlatırım ve işte hazırımdır. Servis, kapımın önünde alıp şirketin önünde bırakır ve elbette ki her gün aynı yolları yılmadan gelir gider. Dışarıdan bakıldığında saygıya değer gibi görünebilir; önümde yığınla dosya, bana ait bir masa, birkaç çerçeve, kalemlik ve kalemlerim…. Oysa yaptığım tek iş; fotokopisi alınan önemli evrak ve formların aynısının çıkıp çıkmadığının kontrolüdür. Tek yaptığım… Bu yüzden de hep yorgun bakarım… Gözlerim ağırdır. Yani artık öyle… Yıllardır bu şirketteyim. Önüme ne tapular, senetler, antlaşmalar geldi de ben onların bir satırını bile sekmeden okuyup hata var mı diye aradım. Yıllarca… İçimde sürekli yılgınlığın alevlenmek isteyen kıvılcımı; usanç, ruhumu yelleyen bir yelpaze ve sıradanlıksa, usancı kovan bir gardiyan… Ne mutlu basitim diyene! Mutluyum.
Tüm anlattıklarım, hayatımın sadece dışarıdan görülen kısmı.Aslında ne de zor! Olayları derinlemesine irdeleyen insancıklar, bizim bu hayat stilimizi neden azcık olsun araştırmıyorlar peki? Neden? Çünkü onlar zannediyorlar ki sadece zor gibi gözüken zordur. Hayır, basit sandıklarımız da zor olabilir. Aslında çok kolaydır çözüm, yanıbaşımızda…Ama biz, uzaktakini belli belirsiz gördüğümüzden, zor sanıp mükemmel ilan ederiz. O yüzden edebiyatçı uzun, anlamsız, sıkıcı hayatlar anlatır; doktor, terim kusan cümleler döktürür hastasına ne kadar hasta olduğunu anlamasın diye… Şimdi baştan alıp şeytanın oyuncağı ayrıntıya “Merhaba!” diyelim.
Her sabah sekizde kalkarım. Pazarları da, yani tatil günümde de. Alışkanlık alıp başını yürüdüğünde, senin kurallarını dinlemez artık. İsteklerini… Seni taciz eder hale gelebilir. Uyumak isterim pazarları. Hadi uyu uyuyabilirsen… Sımsıkı yumarım gözlerimi, ne fayda? İmkanı yok, debelenirim, Bir sağa,bir sola, sağa, sola…. Dön babam dön… Zoraki kalkarım tabi en sonunda. Neyse, iş gününe dönelim. Duşumu almak için tuvalete giderim. Oğlumsa, benden daha erken kalkar okula yetişmek için. Tuvalete de girer haliyle. Her gün mü sıçratırsın o sidiği ah evladım alafranga tuvaletin oturağına? Haytayı her gün paralarım, gene ertesi sabah mutlaka o tuvaletin oturağında yerini almıştır sidik damlacıkları. Her sabah sil baştan temizlik…
En zor sınavlardan biri de duş almaktır günümün bütününe baktığınızda. Apartmanda oturmak tam bir işkence, içinizde bilen vardır. Üst kattaki koca popolu beyfendi sifonu çekti mi, “Yandım anam!” kaynar su dökülüverir başımdan aşağıya. Alt kattaki teyze de sabahın köründe bulaşık yıkamaya girişince, sıcak suyu çılgınca akıtır da akıtır. Bana da zerre kalmaz sıcak sudan. Köpek görmüş kedi kadar dimdiktir artık tüylerim. Ya ceset moru çıkarım duştan ya da ateş kızılı. Allah kerim artık…
Gömleğimde mutlaka bir kurnaz leke göz kırpar bana, tabi ben gömleğimin bütün düğmelerini ilikleyip kravatımı taktıktan sonra. Hadi bakalım! Sar başa, gömleğin o ele gelmez düğmelerini aç, sonra da kol düğmelerini hokkabaz misali tek elinle ilikle ilikleyebilirsen. Gömleğimi giydikten sonra elimi yıkamam gerektiğinde, gömleğimin kolları ıslanmaz mı! Ah! Ne de zor ya rabbim… Bakın, bakın zor değil mi ama hayatım? Basit olmanın zorluğu… Daha bitmez…
Evden derin nefesimi alıp çıkarım. Zorlu koşullar önüme bir bir dizilmiş beni beklemektedir, bilirim. Ama ben, her gün aynı karmaşayla baş başa kaldığımdan, alışkanlık elimden tutup yürütür beni. Çok sakinim mesela şu an. Serviste sarışın cilve hatun, ütü kokulu saçlarını savura savura Gülben Ergen kasedini takar teybe, açar da açar sesini…Kime ne!… Tam ona göre… Karşı çıksan da duymaz ki seni, duyamaz ki… Sabır çeke çeke oturduğum masam, soluklanmak için harika bir mola yeridir. Bakın, nasıl da zor hayatım! İnsanları yutkunmak, kabulleniş, yaşam farklılıkları, dikkatsizlik, zevk ayrımları ve gene, bunları kabulleniş… Sabah çayı beni kendime getirir diye düşünürken, masaların arasında çaycının çırağı dolaşır, ben de çay isterim haliyle. Çay içmeden uyanamaz beynim. Gözlerim esnekliğini, çayın akıcılığında yakalar. Dememe kalmadan, bir de bakarım çayın yanında duran iki masum küp ıslanmış. Erimiş de bir köşesi. Ne yapayım bu keskinliğini yitirmiş kenarlarıyla küp şekeri ben şimdi? Ha? Ne zevki kaldı ki erimiş şekeri karıştırmanın?
Sorular sorar insan… Ben basit bir insan olduğumdan canımı en çok yakan da: iznimi almadan ağzımdan dökülen sorulardır. Onlarla başa çıkamaz oldum bu aralar. Başa çıkamıyorum. Ben burada keseceğim sanırım… Dayanamıyorum artık ve mektubuma burada son veriyorum. Az sonra ölümlü olduğunu kanıtlayacak bedenim ve bu mektupla ölümsüzlüğünü savunacak. Ancak sabrım, soğumuş cesedimle hep yanınızda kalacak.
Have your say!