Profil fotoğrafı

A. Cahit ZARİFOĞLU

  • Üye Katılımı Açık
  • 3 yıl 10 ay önce
  • 20

    Yanıtlar

  • 10

    Üyeler

YEDİ GÜZEL ADAM

Şiir Name Şairler A. Cahit ZARİFOĞLU YEDİ GÜZEL ADAM

Bu konu içeriyor 1 ses ve sahip 0 yanıt.
1 ses
0 yanıt
  • Yazar
    Yanıtlar
  • #100023136
    sibell
    Katılımcı

    I.
    Bu insanlar dev midir
    Yatak görmemiş gövde midir

    Bir yara açar boyunlarında
    Kolkola durup bağırdıklarında

    -Ya kurbanın olam
    Dağlar önüme durmuş
    Ki dağlanam

    Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
    Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

    1.

    Yedi adam biri bir gün
    bir kan gördü
    gereğini belledi
    yari alsa koynuna
    Ayırmaz kanı yanından

    Beyaz haberlerim var kardeşlerim
    -Bir güzel ince gelin
    Kabartır göğsünü toz duman içinde
    gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde
    İçerlerden bir taşlı tarladan
    Kaynayan nehrin gözünde
    unutmuş gelin alınlığını
    Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı
    Kalın bilekli badem topuklu
    Seyirtir o ince gelin
    grevli’ler şifalar götürmek için

    Beyaz haberlerim var kardeşlerim
    -Gölgesiz meydanlara
    aklı yağmalayanlara arasından
    yayılırsa karanlık fısıltılar
    Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri
    Muhtemel bir genç kızın
    Başına atılırsa

    Yedi adamdan biri
    Bir gün bir kan göreni
    Kabukları soyulmuş
    Taze devrilmiş bir ağaç gibi
    Çeker çıkarır kendi kadınlardan
    Fırlar yataklarından tatlı uykudan
    Çıplak çıkarır kendi kadınlarından
    Fırlar yataklarından tatlı uykudan
    Çıplak yalın ve güzel adaleli
    O er alarak
    Seğirtir danseder gibi
    -Önce sağlam olmalı arkam
    O ince gelin
    Belirir hemen ardında erin
    1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi

    Gidiyor dansöz gibi
    Yere ve göğe açık avucunda o kan
    O işlem onda güvercin ve sevap
    Onlarda en ağrımalı yara
    Ve yollanıyor o güvercin onlara
    Güvercin değişiyor gittikçe ondan
    Güvercin değişiyor vardıkça onlara
    + ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+
    Yedi adam artık bir kan göreni
    Varıyor dengede
    Kuğu gibi sarkıyor onlara
    akıyor onlara
    şiirler söylüyor ve mısralarında
    işlek çelik kümeleri
    ve kalkıyor her bir ulaşmasında
    iki yanında sülüs ve yay gibi
    bir vuruşta öldüren elleri
    -Karanfil serpercesine
    Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara

    -Güzelin düşmanı güzel olur
    Güzelin yari güzel olur

    O varıyor tüm meydanlara
    Kanı okşayarak ve kabartarak

    Kanı okşa ve kabart
    Ve sonra sabah kahvaltısında
    İçinden geçirmekle varsın sofrana
    Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin
    Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı
    Gürbüz bir yumurta

    II.

    Yedi adam biri bir gün
    bir aşk bir gün
    gereğini belledi
    ölüm girse koynuna
    Ayırmaz aşkı yanından

    Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim

    Daha ne kadar saklanabilirdik seninle:
    Yaylalardan nasıl geçtik
    Çobanlara yetişemedik ama uzaktan
    zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan
    Ne bilge sözler dinledik
    Sığındığımız
    Ve içinde saçlarımız göle girmiş ıslanan
    O dev O kabul eden O sizin veren mağaralar
    Yine açık yine buyur’lu
    Çekildi üstümüzden. -Çalıların
    Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere

    Güneşi tez gördük dağlarda
    Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla
    İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu
    Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda

    O gün gezdim seni ellerimle
    Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin

    Ülkeyi tez giden ayaklarımla varıyorum
    Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan
    Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi
    Serin ve ürpertici gövden
    Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller
    Sana canı gönülden âşık oldum meleğim
    Kollarına gümüş bilezikler düşündüm
    Dostlar buldukça onlara
    Kalın kaşlarını övdüm
    Güzeldin
    Gövden gerilmiş devinmekteydi
    Bir tabloda gibi her bakmaya değişen
    Karanlık anlamlardan arınan yüzünle
    Hakkı verilmiş
    Zehirleri alınmış kazanlarda
    Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın
    Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak

    İşçi eğilir bükülür ve doğrulur
    Köylü bükülür doğrulur eğilirken
    İnsan iyi maden kuyumcuda

    Güzeldin / Gövden
    Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara
    Ağaçlar, kırdaki hayvanlar kasabadaki insanlarca
    İşte davetliydin
    Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi
    Gelip acı sözlerin için
    Bir çekmece koydun yaralarımıza

    Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
    Birden
    Nasıl yalnız olduğumuzu anladım
    Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan

    Susuyor sessizce
    Aşkla ilerliyorum
    Milletim bileniyorum
    Devirmeye
    Devirmeye safrası beynimi üleşen
    Elleri karımın üstünde birleşenleri

    Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim
    /sanatsever halkımıza duyurulur/
    Aklım eski izlerde şimdi
    İz demek
    Bir geniş
    Bir kendine dönük bir en ileriye
    Yol demek

    Usulca kalkıp gedene: Dur
    Ki çevrileceksin

    Toydun cesurdun
    Gençtin atıldın
    Bilmezdin atıldın
    Kabuğu oydun oydun
    Kabukta kaldın

    Sis iner örter mermeri
    ağacı binayı

    Sis kalkar kalkmaz
    Görünür mermer
    Ağaç ve dev
    Bu kadınlar dev midir
    Yatak özlemez gövde midir
    Gül açar boyunlarında
    Kolkola durup bağırdıklarında
    Bomba düşmüş gibi deprenir toprak
    Konuştuklarında

    -Yar kurbanın olan
    dola yaşmağını bileğime
    Ki düşmanı güzel vuram

    Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
    Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

    III

    Yedi adam biri bir gün
    bir yar gördü
    gereğini belledi
    yari asla koynuna
    Ayırmaz yari yanından

    Alev gerekli kentliye
    Bu ısıtma devleri kente
    bir an önce inmeli oğlum

    /bütün gün badem çırptım
    üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım
    uykuya geç vardım
    yatağın içine elimi daha yeni koydum
    rahatıma doymadım ama…/

    ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ
    Ben seni beyaz haber ustası
    Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM

    Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim

    Anam su döküyor ellerime
    Bedenim hızla kaçıyor
    Gözlerime toprak atan uykudan
    Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız
    Yanıyorlar

    Yemi torbanın dibine gelince beygir
    İri saman saplarının arasından
    İri etli dudaklarına
    Küçük zor bulunan arpaları topluyor

    Bir parça daha yükselen
    Bir parça küçülen
    Bir parça daha uzak duran yıldız
    Beygir ve yanında duran semeri
    Evin gerisinde yığınla odun- badem dalları
    Ve kuru alıç kökleri
    Ve ben o zaman bilmezdim halka
    Ateş gerektiği
    Çalışır gün boyu koru ağaçları devirir
    Badem çırpar budardım yaban çalıları

    Gün tepeme değsin öğleye durayım

    Gün tepene değsin öğleye durasın
    Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış
    Durmaksızın nimet devşiren
    Ceviz ağacının altında.-
    Öğleye durmayı
    Hiç düşündüm mü ağaç neden havyan değil:
    Çünkü kan’dır hayvan
    Damardır ağaç

    O ceviz ağacının altında
    Dallarına ve köklerine
    Bir öz su damarı gibi bağlanarak
    Onlar ve ağaçlar
    Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar
    İşitmişler bakın onlarla
    Onlar ve yapraklar
    Geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar

    Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar
    Şimdi öldürme vaktim değil

    Başına omuzlarıma konun
    Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin
    /işte bakın ekmek böyle tutulur/
    öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri
    O tepelere

    Eğlenme doğada – kentte bu gece ışıklar yanmadı
    Damlardan
    Çorba dumanı yükselmemekte
    Yufka ekmeği
    Toprak ve ağaç kokulu ellerimle
    / işte bakın ekmek böyle tutulur/
    Şu en artist
    Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda
    Pıt pıt bir damar gibi atan
    Yemin ve billah
    Sıcak bulgur aşının kalbidir

    Dedim çünkü kalk
    Yoksa sütüm helal olamaz

    Düşündüm sol kolları kesik insanların
    Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında
    Beyaz haberlerim için toplanan kardeşlerim

    -Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman
    Kafkas yaylalarında çadırlarımın
    Sürülerimin ocak taşlarımın
    İzleri vardır/doğup yürümeye başlayınca
    Çıplak basmıştım toprağa/

    Yine de ana’vâzın duymasam hiç uyanmam
    Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü
    Ölü gibi kımıldamıyor dedem
    Sini belli kendi belli değil
    Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu

    Ellerim yumruk dizlerimin arasında (tam üç yüz yılı)
    Etim etimin sızını alsın diye

    Kalk çünkü sabah yıldızı
    Bir mızrak boyu yükseldi
    + iri ve zeki
    uçları nemli bir göz gibi+

    IV

    Yedi adam biri bir gün
    bir bela gördü
    gereğini belledi
    Yalvarsa evleri harap kadınlar
    ve ağlayan birkaç çocuk
    Kamalar salınsa karnına
    ayrılmaz belalı yanından

    Haberlerime kulak asmayıp-Duymadık
    Demeyesiniz kardeşlerim

    Ülkem bugün
    Yariyle buluşmuş gizlilerde
    Tepeden tırnağa yeni yıkanmış
    Ve örtüler içinde
    Göz kapakları kale kapıları
    Gibi örtülü
    Yassı gözlü kabarık alınlı
    Kalbine ve beline zengin
    Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi

    Ülkem
    Tepeden eteğe yıkanmak için
    Aşıdan sonra paklanan
    Ovalara yayılmış kadınlar
    Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen
    Yavruya yerinde bekleten
    O kadınlar gibi ülkem

    -Yürürüm bayırlarda
    Gücüm ne merkezde tartmak için
    Kulak verir
    Dinlerim ağacı

    Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta
    Sesim nasıl etkili yoklamak için
    Durdurur sorarım kentliyi
    Ne haber böyle:
    Nereye:

    Bela üreten elim
    Nasıl davranır belalar içinde
    Sınamak için
    Uzanır okşarım saçlarını ey yarim
    Bakarım hoyrat ve âşık ellerime

    Bir gün sapsarı kesildim
    Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde
    İnsanları görmezdim bile yanımdan
    Bir hava bulutu gibi geçerlerdi
    İçimden
    Gidip dağlara
    Kafa tutmak gelirdi

    Bir gün ben
    İri ve kaslı gövdem
    Sapsarı kesildim
    Hali harap bir dev çıktı önüme
    Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış
    Sonra söyleştik

    Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim

    Bizimle aşkta olanların
    Eline su döksünler
    Çadırlarının önüne o küçücük
    Kilimleri sersinler

    V

    Yedi güzel adam
    Biri bir gün bir dağ gördü
    Gereğini belledi.
    Ki o dağ
    Ağaçsız ve yalnız
    Gökte alıp veriyordu.
    Rüzgârla ürperir gibi olurdu
    Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya
    Dokununca.
    Yılanla akreple kertenkele
    Tavşan keklik kurtla
    Onlarla
    Hayvanlarla kımıldanırdı

    Dağ bu
    Serpilmiş atılmış yer kapmış
    Başa kurulmuş. Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca

    Dağ bu
    Devir, söz gelsin, kervan devri
    Eteğinde ipek yolu zencefil yolu
    Kara ve beyaz yolu zenci. Develer
    İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek
    Dağı yiyerek, söz gelsin, beslenirlerdi

    Dağ bu
    Devir kuş devri
    Geçerdi kartal

    İşte o kartal
    Renksiz ısı vermeden
    Ürkmeden ürkütmeden
    Kendinden geçerek süzülür
    Dikine batar dikine çıkar
    Coştumu
    Vurur kendini dağa – ölürdü parçalanarak

    Dağ bu
    Devir aslan devri
    Yer yer toplaşarak
    Erkekli dişili
    Sık sık oynaşarak

    Devir insan devri
    Geçti geçti
    İnsan geçti
    Et geçti kan geçti
    Göz geçti
    Gelenler
    Yeni gelen yeniden sonradan gelen
    Geçti geçti

    Dağ bu
    Yılanla kımıldanırdı
    Yılanla kımıldanırdı

    Yedi güzel adamdan biri
    Bir gün bir dağ göreni
    Durdu sevmeden bilmeden devinirken
    Durdu durdu seyreyledi

    Sordu:
    dağ nicesin
    günde mi gecede misin
    geçmişte şimdide
    yoksa gelecek bir düşte misin

    Dağ serpildi
    Atıldı yeniden yer tuttu
    İlk kez yılanla kıpırdanmadı

    Gözü görür görmez
    Dağa göçtü güzel adam
    Eteğinden yukarıya üç gün
    Yürüdü. Bir yılda dolandı
    Çevresini. Eğlenerek kayalarda geceleri
    Yürüdü günde ve bir kuş gibi
    Görerek de

    Durmadan dolandı dağın çevrisini
    Artık dağ yılanla kımıldamadı
    Kımıldardı onunla

    Hırçındı adam hep hırsla
    Yaralıymışça inlerdi
    Yüzü durgun gözler duru berrak
    Hırslanırdı ayağıyla- avuçlarından ter akar
    Omuzlarını burardı.

    Ola ki anlatsa dağ
    Der hırcındı adam ince bilekli
    Azgın topuklu
    İnce uzun parmaklı karınsız
    Karşı koyan omuzlu
    Yerken güzel yer doymadan kalkar
    Oturarak ve hayvanlarda bile
    Gizlenerek işerdi

    Adam hırçındı-saçları uysal akardı
    Rüzgârla kardı
    Esinti olmadan zaten akmaktaydı
    Uzun boylu değildi
    Ama kendinden uzunu yoktu – yalnızdı

    Geçince önünden
    Mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu
    Dağa vururlardı
    Serçe tohum düşürürdü ağzından
    Tavşan yeşerince onu
    Yerdi kökünden

    Ot üremedi
    Ağaç üremedi

    Dağ ağaçsız ve yalnızca
    Gökte alıp veriyordu
    Adam küçük bir kaya düzlüğünde
    Toprakta mağra içinde mağra kapısında
    Kaynak başında kuru yamaçta
    Dururdu
    Eğilip alnını
    Yaydıkça yere iki elinin arasına
    Göksü çatırdayarak eğilir
    Parçalanarak doğruldukça
    Dağ cezbelenir
    En yüksek zirvesini kayalı alnını
    Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü
    Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa
    Eğilip koyacak yer arardı

    Dağ cezbelenince
    Doğrulup eğildikçe
    Ovaya bir anda
    Kentler serilir
    Yollar fabrika çevrekleri bentler

    Yedi adamdan biri
    Bir gün bir dağ göreni
    Yeni bir soluk çekti içine
    Değişti aynı kalarak
    İndi kente
    Dağıyla
    Esen başı

    Serin başı geniş kollarıyla
    Gözleri yüzünü kaplayacak gibi büyüyerek
    Ve şakaklarında
    Avuçlarımın arasında güçlükle tuttuğu
    Bir şey duruyordu

    Yedi adamdan bir dağ göreni
    Buyruğu dağa yiyeni
    Dağdan buyrukla kente ineni
    Suları yürüyerek geçeni
    Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden
    Durdu yarin kapısında

    (BEN
    DİRİMLE
    DOĞRULURKEN)

    Sis boruları ötmeye başladı yavrular
    şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından
    Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
    Üstüne alevleri alarak
    Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
    Sen kanın damarlara tutamadığı anlardan
    Beni karnınla
    Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
    Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
    Üzülmüş
    Belki dünyayla horlanmışım

    Ansızın çok oradan görün orada
    Bu siyah basmış kara akar deme-
    Başka olmalı gövdemi denetleyişin
    aşka hazır olan
    …LARDAN. O KADIN’lardan

    Halk aşksızca sokaklar
    banka dükkânlarıyla doludur
    Ellerimi kalp olmayan sularla
    ıslamaya alışır o kızlar

    -işte artık kaçmak işte durmadan karşımızdayken bile
    -ılık ev girintileri
    gizlesin daha köprüler
    karanlık bedenleri

    Her şey onlara göre – yamandırlar
    Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle
    Senin asya’dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın
    Asya Asya ve Asya diye yalvarışın
    Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum
    Aşka hazır aşka aç ve davetli
    Ansızın melek bekliyorum
    Asyayla ayağa kalkan
    Melekler ellerinde gelenekle
    İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar

    Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine
    Nar doğuran – dikkatle nar doğuran
    Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran
    Nazlı baharlarla

    Hiç ağlanmadı
    ‘Biz çetin adamız ha’ ayrıca söylenmez
    Anlaşılır
    Ne yavuz kışlar
    Kurt sıyrığı ayazlarla
    Ne evren debdebesi bahar
    Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla

    Ayrıca söylenmez
    ‘Biz çetin adamız ha’

    Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar
    Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle
    İkiye yarıldın
    Sen meleksi kadın bu gece
    1000 yıl adına bilinmekle

    Sen melek uyarmalarıyla
    Uyarılan erkek
    Bu gece bir şehvet azarladın
    Hayvan kovdun
    Yatağını yüceltenlerden oldun

    Şimdi ev gebedir

    Dağ kuşlukla uyanır -varsın uyansın-
    Önce hafif bir uyku sisi
    Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır
    Daim
    Melek kanatlarından hava görünmez
    Uzaklar yine de görünür
    Ay dostlukla anılan bir komşu evidir

    Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü
    İşte o kavim göçü
    Dağlar ilk bez bizi
    Çıplak ete kavuşan aşk sandı

    Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen
    Ilık bir hava bürüyen
    Gözleri o -rengârenk gözleri çocuk gözleri develerin
    Çözülür ayakları

    Kavim bu
    Boynuna kan yürümüş
    (Gözüne bir şey görünmüş)
    -Nedir o görünen/ susalım/
    Hayat her zerresi uyarılmış gibidir
    -Çok acele
    Kalp bir bohçanın içinde atmaktadır

    Omurgasından mızrak yürüyor kavmin boynuna
    Devler en som bir duruşla – Raptedilmiş
    Çocuklar ağızlarından Ey Nazlı Ölüm
    Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla

    Bütün bunlar nedir – sorulsa
    Sorusuna
    Ne can cevap kalmıştır
    Kavim donmuş deve mıhlanmış
    Kadın ateşle ateş doğumdan önce
    Sığırlar kendi kendileriyle
    Göz göze kalmıştır

    Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama
    Kendine varılan iklim ve toprak
    /VAKİTTİR/ namaza durmuştur
    Bin bireydir kavim
    Bir tür kararla eğilip doğulmakta
    Her candan bir cana
    Bir candan bir cana
    Sonsuza değin
    Bir tavır bolluğudur kavim ama
    Nihayet vaktidir VAKİT

    Bu duruş en zarifi duruşların
    Gidip endamlı dağlara
    Beğendirmek için yeni gelinleri
    O iklim kullandı hep
    İnsanın en bilgelerini
    Onlarla karşılanmak için baharda
    İklim aranır her şeyden önce her olayda
    Şerbet taslarında
    Bir toprak okunmuş şeker dedenin avucunda
    Genç bir kız kadar ağırdır
    Bileceksin ey çocuk
    Tatmıştın onu geçen baharda da

    Kavim uyanan toprağı
    Karşılarken – uyanıktır
    Kavim Toprağı
    Devirirken – uyanıktır
    Kavimden biri varırken toprağa
    -Uyanıktır O ve Kavim
    Vardıktan sonra toprağa
    Gaflet uyandırılmaz – kavim uyanıktır
    O anne gibi verimlidir besmele çocuk için
    O erkek
    Karpuz dilimi gibi ortadır
    O en yaşlı gelin
    Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir
    O kavim için

    ‘Kışları göç içinizedir’ buyuruluyor
    Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir
    Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın
    Yer ötesi ve yer eşit alınsın
    Kadın ve erkek eşit durmaktadır-kadın arkadadır
    İnsan hayada ve tanrıdadır
    Ki kış ortasında kardan-bir duayla sıyrılıp
    O derviş ağaç kupkuru dallarında
    O meyvayı büyütüyor
    O tiyek
    Bir salkım -müthiş- üzüm
    Uykuya tez doyanlar için

    Saçlar uçuşur havalara sevinçle
    şarkı şarkı içine
    Cenkle bir üstün haberleşme ile
    İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle
    O coşkun mutlu savaş dülgerleri
    Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar
    Şimdi de açtılar
    İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri
    Deniz yüce bir soluk denizidir-rotalar denizin kendisindedir
    Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna
    Bütün bir ömür ağartmıştır

    Işıklar çoğalıyor içimizden birine
    Kime bu davet
    Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri
    Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar
    -Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir
    Alevler bir ayrı alemdir
    Dirlik sevinçtir – göç içimizedir.

    Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde
    Sevine sevine
    Sağlımın elleri uzansaydı dağların eteklerine yer’in şarkılarına
    Aşkın mağara kovulduklarındaki şarkılarına
    İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım
    Yöremde mor lekeler gibi duran
    Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden
    Bütün meleklerden bir melek
    -Bak diyor bakıyorum
    ve bak diyor

    Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor
    İlkel bir sevinç ve kan
    şiir en safından
    sonra soyut heykeller

    Hiç düşmanım yok-üzgün söyleniyor
    -Olmayacak mı hiç
    Eziyor gururum onları
    -Görün ey güzel düşman ey güzel düşman
    Saraylarda geçti ömrüm seninle

    Yüzüm aydınlık bakar elemlere
    Yangın yerlerine
    Coşkuyla selamladım bütün bayrakları
    Düşman kadınlarını

    Tanrım bu dağları da sen yarattın
    Bana kattın
    Bir bir okşadım
    Sema yapan kırları

    Âlemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz
    Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına

    Develer de tutuştu
    Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler
    Kum kendi raksında beden aynı raksta
    Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır
    Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır
    Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır
    Kalp ve balçıklı toprağı
    Ağacın ve kayanın dizilimini

    O tek kuyun yalnızca süzülüşünü
    Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü
    Dinliyor kumu balçıklı toprağı
    Ağacı kayayı ve kuşu

    Uyku beladır göç içinizedir
    Sabır ve zaman içinizdedir
    Kadın ve çocuk içiçedir

    Güneş vurmuyor -öyle söyleyin- üzerine döşeklerimizin
    -Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına
    (işte böyle söyleyin)
    Öyle ki o kadınlar
    Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına

    Melekler kırmızı yanar
    Kalbe tutuşan her şey kırmızıdır
    Hele kalp hazırsa
    “kentten” bir er kalkar – Onun eri
    Kollar semayı deryayı korkularından
    Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza
    Söyleyelim ya hay ya huu
    -Yolları aydınlık kıl yaradan

    Kanla bir sabah
    Akşam kanla

    ‘…ateş… ve öldüm…’ deniyor
    -Oysa sorular verilmişti ona

    Sorular yığılmış
    aynı kaynaktan olana
    Işık ve karanlık hakkında

    Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi
    -Ateş ve öldün uykuyla

    -Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara
    Taze doğanlara
    Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona

    ‘Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim
    Yorgun geldim savaşmadım ama
    Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim’

    ‘Biz artık
    Gitmeliyiz dağımıza’
    -Hayır olmaz
    Durmalıyız burada şahinim

    ‘Kezzap içsem
    Daha kuvvetle can çekişirdim’
    (dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi

    Heykel bekleyen kımıldamış
    Abesle elele ahbap gibi
    Avazı çıkanca bağırmıştır

    -Durmadan deniyor ki vatanım neredir
    Heykel ne diyor
    Konuşmaz heykel
    Felçtir

    Karşılıklı
    -Kaslarımız karşılıklı kasılsın
    Olsun
    -(Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında
    -Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da
    Diyor ki diyor ki
    Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir

    Kırbaçla ayağa kalkarlardı
    ‘biz artık… anneciğim… dağımıza…’
    ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad
    … ve nasıl olan oldu – o ve yeni uygar dostları
    Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman
    Anne onları kapıya kadar uğurla gel

    Delinen böğrüme bir set ger
    ‘yapmayın yapmayın’ çığlıkları
    Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım
    Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar
    londra moskova vaşington berlin pekin
    hava cereyanları sarsılan ikindiler
    korkularımız intihar dönemlerinde
    kötü bir alışkanlık peyda olmuştur
    bağ budama hasat zekât
    evlenme hoş görme
    Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru
    -İnce bir düşman yönelmiştir
    -Hayır içimizden yönelmiştir
    -Oh oh dıştan yönelmiştir
    -Dıştan ve içten mi yönelmiştir
    -Ne yönelmiş ne yönelememiştir
    -Yönelememiş önele Miş

    ‘Ey örtülerle donatılmış Mustafa’

    -Oğlum sen artık
    şarapnel gibi yağmalısın
    düşmanı güzelce vurmalısın

    ‘… biz artık dağımıza… anneciğim…’

    (Komşudan o ölü de kalktı
    Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)

    (Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir
    taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)

    -Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller
    Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler

    Ey aşk /… ve ey aşk mı dedin…/
    Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri
    Gücendirilmiş gibi kayboldun
    Yerine piç döller yolladın

    Komşudan o ölü de kalktı
    Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar
    Kaş ve kalp zorla – kıvranarak
    Erkeklik ve kadınlık
    Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler

    Bir değişime gibidir azrail-
    Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar
    O yere o ölü
    insan kalabalığında ansız bir boşluk açılmıştır
    alın kımıldasın
    kalp kıvransın
    Gölden ansız bir tabutluk su alınmış gibi
    Bütün köy kımıldayacaktır/göl gibi

    Azrail devinimle çevirir bir köyü
    Bir insan kası – kadını kavrayan elleri
    mezar kazar toprak karşı komaz aralanır
    İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak
    -Ey süleyman oğlu nalbant izzet – nice rençperlik ettin
    Güneşin alnında bakır gibi göverdin

    Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak
    -ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası
    hacı izzet süleyman oğlu hey
    nice öldün
    neyledin
    nasıl becerdin

    Köyden o ölü kalkar
    Süslenmiş kurdelalar takılmış bir koç
    Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir
    Bayram değil seyrandır
    Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir
    Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektedir

    Köyden o ölü de kalktı
    -Sen de kalk sesini hayvan sesleriyle yuvarla
    Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak
    Kasabaya bir ölü haberi uçursun
    Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selâsı
    /.Ölü ilk kez müezzin-minare uyarmalarıyla dirilmektedir
    Köyden kasabayı dürtmektedir./
    Bedir efendi durur selâyı dinler -Kim’ola-
    -(Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk
    (Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım)
    (Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)

    (O ufak çocuklardık – Bakışları)
    (Olmaza karşı koyuşları)
    (Şimdi köy acı’dan eğilmiştir)
    Ben ölümle eğiliyorum)
    (Barsakları düğümlendi koyunlarımın)
    Bedir efendi durdu selâyı dinledi -Kim’ola-
    Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar
    Daha ilk nağmesinden alırlar ölüyü
    Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak
    Yokuşlara bir nefeste bayılırlar
    -Öyle bir çocuk tanıdım
    Karşılaşınca başka çocuklarla hızlandı

    Minarenin kapısında bir çocuk halkası
    Müezzinle inecektir ölü
    Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye
    Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk
    Kutlu çocuktur
    Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük
    Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde
    Şehri ağırlaştırırlar – Minare yükünü atmış
    Yeniden serpilmeye başlamıştır
    Süleyman oğlu hacı izzet evlere
    bir sepet incir gibi dağıldı
    evlere süleyman oğlu hacı izzet

    Müezzin kıs kıs gülmektedir
    kasabada evler -bir hacı izzettin varlığını bilmemekten-
    keder içindedir

    nine: kim’ola hacı izzet
    birazdan halk top gibi patlar
    -kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş
    -oh oh bülbüllüdenmiş
    bütün evlere şimdi büyük
    büyük bir memnunluk çağlamaktadır

Bu şiire yanıt yazmak için giriş yapmalısınız.